29 Kasım 2012 Perşembe

Ajans Çalışanlarımızdan Z.E'nin Gazete Haberi


Evet sevgili Çekat Reklam Ajansı sevenleri... Öyle he daim proje anlatacak değiliz ya.. Bu sefer de talihsiz arkadaşımız Z.E.'nin basında çıkan ibret verici hikayesini paylaşıyoruz sizinle. Buyrun okuyun!





Instagramda Gözünün Resmini Paylaşan Z.E. (25), Hakkında Çıkan Özgür Masonluk İddialarını Bir Basın Toplantısıyla Yalanladı...


Instagrama koyduğu göz fotoğrafları yüzünden mason ilan edilen Z.E. ;ne masonlukla ne de Illimunati'yle, haydi bunlar neyse de özellikle Ateistlikle bir alakası olmadığını kanıtlamak için bir basın toplantısı düzenledi. Yanında getirdiği ve üzerinde illuminati sembolleri taşıdığı herkes tarafından bilinen 1 Amerikan Dolarını yakarak toplantısına başlayan Z.E. , ardından maaş bordrosu ve yeni aldığı akıllı telefonunun taksitlerini içeren kredi kartı ekstresinin kopyalarını basın mensuplarına dağıttı.

 Feyste Haber Kaynağı’nı gezerken arkadaşı Berkcan’ın paylaştığı fotoğraflarda normal feys fotoğraflarına kıyasla çerçeve, değişik renkler ve küçük boyut gibi farkları tespit etmesi ile İnstagram dünyasına merhaba dediğini belirten Z.E., sözlerine şu şekilde devam etti: “Ben önce; zaman tüneline geçeli baya oldu, Mark her zamanki gibi rahat durmamıştır, dur şu resimlerin şeklini bir değiştireyim demiştir diye düşündüm ama bir kaç gün sonra bile Berkcan dışında hiç kimsenin resimlerinin altında küçük fotoğraf ikonu falan çıkmayınca kıllanmaya başladım. Haber kanalında gördüğüm fotoğrafın üzerine tıklayınca instagramda gör diye bir yazı çıktı, o anda yeni bir sosyal paylaşım sitesi ile karşı karşıya olduğumu anladım ama bir türlü üye olamıyordum. Sonradan googledan biraz araştırma yapınca bunun bir applicationı olduğunu, sadece akıllı telefonu olanların üye olabileceğini öğrendim.” 

Görmemişliğimin De Etkisi Olmadı Değil... 

Instagrama üye olmak için akıllı telefon almak zorunda olduğunu öğrendiğinde, bunun üye olmaktan vazgeçmesi için bir işaret olduğunu anlayamadığını belirttikten sonra Z.E. , bir buçuk maaşı bu sevda uğruna heba ettiğini şu sözleriyle açıkladı: “Aslında hep bir akıllı telefon istemiştim ama vereceğim paraya değmeyeceğini düşündüğüm için hep erteledim. Evden işe işten eve geliyordum. Akıllı telefon alsam bunu görecek kişi adedi 20 yi geçmeyecekti. Ama Instagram sayesinde akıllı telefonum olduğunu sadece iş, ev ve metrobüstekiler bilmeyecek bunu facebookta sahip olduğum 546 arkadaşımın da gözüne sokabilecektim ."Diyerek instagrama üye oluş sebebinin görgüsüzlüğünden ileri geldiğini bütün samimiyetiyle itiraf etti. 

Fotoğraf Paylaşmadan Olmaz 

24 ay taksit ile ilk akıllı telefonunu aldıktan sonra ilk olarak hemen instagramda hesap açtığını belirten Z.E. neyin fotoğrafını paylaşacağını günlerce düşündükten sonra aklına eski bir facebook profil resmi modasının geldiğini belirtirken masumiyeti basın mensuplarının içini titretti. “Madem facebook yerine başka bir sosyal paylaşım sitesinde resim paylaşacağım, normal fotoğraflarımdan farklı olsun diye düşündüm. Her zamanki gibi arkadaşlarımla çıktığım bir yemeğin, yazın iki dakka üzerinde durduğum surf tahtasının resmini instagramda paylaşırsam bunu sırf akıllı telefonumun varlığını ifşa etmek için yaptığımı düşünürler dedim. Kendime bir konsept belirledim. Eskiden feyste profil resmi olarak moda olan şimdilerde unutulmuş göz resimleri aklıma geldi. Başıma geleceklerden habersiz telefonu gözüme yakınlaştırmak suretiyle çektiğim fotoğrafları gerek Amaro gerek X-pro II ya da Sierra kullanarak çerçeveli çerçevesiz paylaştım.

 Nereden Bilebilirdim Ki... 

Instagram’da fotoğraf paylaşmaya başladığı o günlerde masonların subliminal mesaj içeren çizgifilm yaptırdıkları iddialarının ortaya atıldığı günlere tekabül ettiğini talihsiz bir tesadüf olarak belirten Z.E. , paylaştığı fotoğrafların hiç birinin ne Lady Gaga’nın posterlerindeki iki parmak arasında tuttuğu gözle ne Disney çizgi filmlerdeki cinsel organlarla ilgisi olmadığını belirtirken sesi titredi. Z.E. sözlerine şu şekilde devam etti: “önce fotoğraflarımın altına feyste dislike, nıç nıç gibi şeyler yazmaya başlayanlar oldu. Kıskançlıktandır diye düşünüp çok üzerinde durmadım ama daha sonra aldığım akıllı telefonun da etkisiyle beni o dünyayı yöneten 12 zengin ailenin birinin üyesi ilan edip arkamdan ileri geri konuşmaya başladılar. Sonra toplantılarda deftere tuttuğum notlarda canımın sıkıntısından karaladığım yazılarda ters üçgen bulan bir çalışma arkadaşım sayesinde iyice şüphe çekmeye başladım. Bir diğer arkadaş da parmağımdaki boğumlarda sex yazdığını iddia ediyor. Artık herkesin içinde gönül rahatlığıyla değil 666, 6 bile diyemez oldum. 

Başlarım Babanızın Şarap Çanağına 

Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir gün de Türkiye'deki Katolik Cemiyeti'nden bir email geldi. Kutsal Çanak'ın Mecdelli Meryem'i simgelediğini iddia ediyormuşsun, kendine gel gibilerinden... Azınlık olmalarının verdiği gazla güzel bir cevap döşemedim değil. "Başlarım babanızın şarap çanağına" diye girdim lafa... Ama bunların da arkası sağlam çıktı... Şimdi tehditlerin bini bir para..."

 Aldığım Nefesi Haram Ettiler.

 “Rezil olacağımı bile bile sizi buraya çağırıp instagrama üye oluşumu anlatıyorsam bilin ki çok mağdurum” diye son sözlerine giriş yapan Z.E. “ instagramı da batsın, akıllı telefonu da. Zaten hiç hayrını göremedim. Ne hayallerle açtığım instagram hesabımı artık kapatıyorum. Karnımın gurultusundan “free masons run the world” cümlesini duyduğuna yemin eden arkadaşlarım oldu. Şimdi havalar da soğudu Allah korusun dışarda nefes verirken, verdiğim nefesin dumanında sex yazdığını iddia edecekler diye ödüm kopuyor. Linç tehlikesiyle karşı karşıyayım, ne olur kendinize gelin, biraz mantıklı olun! Bu adamın daha dün açlıktan ağzı kokuyordu ne illüminatisi diye hiç mi düşünmüyorsunuz? Metrobüse binen mason mu olur ?” diye isyan ederek basın toplantısını noktaladı.

30 Nisan 2012 Pazartesi

Pepsi Reklamımız


Gün geçmiyor ki bir çekat reklam ajansı reklam filmi daha deprem etkisi yaratmasın. İşlerimizi büyüttükçe rakiplerimiz bizi kıskanıyor, işbirlikçilerine reklamımız hakkında kötü yorumlar yaptırıyor. Biz bunların hepsine kulaklarımızı tıkayarak devam ediyoruz başarılı reklam hayatımıza sevgili takipçilerimiz.
Efendim burada biz bizeyiz diye her şeyi anlatacağım. Gizlimiz saklımız yok. Nazar değer diye projenin pepsiye ne kadara mal olduğunu söylemeyecektik ama vazgeçtik.  Tam olarak projeden 3 trilyar aldık. Evet yanlış okumadınız, trilyar. Yani boşuna kafa yormayın, henüz kimse trilyarı saymayı bilmiyor, biz de çekimizi bankadan bozdurunca tam olarak kaç tane trilyon ettiğini göreceğiz. Şimdilik çeki ofise çerçeveletip astık. Yalnız neden Bülent Ersoy ve Azra Akın’a ayrıca para verdiler anlamadık.

Efendim öncelikle pepsi nedir? Bilmeyen vardır diye anlatayım. Pepsi bir gazlı içecek markasıdır. Gazlı içeceğin türünün adı da koladır. Fakat ülkemizdeki bütün garson arkadaşlarımıza vakti zamanında gizli bir bildirim gitmiştir. Bunlar kendi aralarında bu gizli bildirimi nesilden nesile aktarırlar. O gizli bildirim der ki: Müşteriden “kola” kelimesini içeren bir cümle duyduğun anda “Abi kola yok pepsi var” cevabını verceksin. Fakat bu gizli bildirim gelenek göreneklerine bağlı olan Anadoludaki illerimizde hüküm sürer. Yani İstanbul’daki garsonlar, maalesef bir çok meslek dalına mensup emekçilerimizde olduğu gibi, yozlaşmış oldukları için bu bildirimi nesilden nesile aktarmada başarılı olamamışlardır. Bu nedenledir ki İstanbul dışına çıktığınız anda sizin “Coca Cola” ile ilişkiniz henüz kaynağı bilinmeyen gizli bir güç tarafından kesilir. Son yıllarda bazı tatil yörelerimizdeki yozlaşma nedeni ile oralarda da “Abi kola yok pepsi var” lafını duyamayabilirsiniz.

Bu ön bilgiden sonra Pepsi reklam filmimizin aşamalarına geçebiliriz.

Öncelikle maalesef Bülent Ersoy’u biz seçmedik, firma çoktan anlaşmıştı kendisi ile. Parasını falan da vermiş. Azra Akın da öyle. Bize sadece bir hikaye çıkarmak ve bunu bir mantık silsilesine oturtmak kalıyordu. Bu konuda ne kadar başarılı olduğumuzu bildikleri için bize geldiler.

Bülent Ersoy’a şarkı söyleteceğimiz ve Azra Akın’ı da dans ettireceğimiz kesindi.  Fakat bu iki sanat dalını nasıl birleştirmeliydik..  Azra Hanım’a şarkı söyletelim dedik. Fakat yalnızca ingilizce şarkı söyleyebiliyordu... Bir iki denedik, arkadaşlardan biri sağır olup bize dava açtı. Neymiş efendim iş kazasıymış... Neyse sonra firmaya sorduk acaba Azra Hanım yerine Sevtap Parman’la anlaşma imkanımız var mı diye, hayır dediler.  Biz de bu harkulade yorumdan vazgeçmek zorunda kaldık.




Sonra madem Azra Akın’a şarkı söyletemiyoruz bari Bülent Hanım’I dans ettirelim dedik. Hangi dans figuru Bülent Ersoy’la özdeşleşir diye düşünmeye başladık. İpuçlarımız şunlardı:
1)      Bülent Ersoy inanılmaz derecede afro-amerikalılara benziyordu.
2)      Çocukları çok seviyordu




3)      Daha önce 10’larca ameliyat geçirmişti
4)      Ne dediği çoğu zaman anlaşılmıyordu.

Bütün bu ipuçlarını birleştirince aklımıza micheal Jackson geldi. Kendisi bir afro amerikalıydı ve 10’larca ameliyat geçirmişti. Ayrıca çocuklara olan düşkünlüğü dillere destandı. Adamın evinde lunapark vardı yahu... Hepsinden öte micheal Jackson’ın da tam olarak ne dediği anlaşılmıyordu, şarkılarını ülkemizde gerçekten söyleyebilen kimse yoktu. Adamın şarkılarını anladığı kadarını söyleyen bir nesil yetişmişti ülkemizde.  Ve en kötüsü de aslında şarkılarda ne dendiği Micheal Jackson öldükten sonra ancak anlayabilmişti bu nesil. Çünkü ancak o zaman kafamıza dank edip internetten şarkı sözlerine bakmayı akıl edebilmiştik.

Mesela biz yıllarca Smooth Criminal şarkısındaki nakarat olan “Annie Are you ok?” kısmını “elibaci vokki el baci vokke are you vokki eli” olarak söyledik ve hiç gocunmadık.

Bu aynı nesil yine Micheal Jackson sayesinde “yahu o zaman ninja kaplumbağaların jenerik müziğini de yanlış mı biliyordum acaba” diyip doğrusunu yine veli nimetleri internetten bakıp öğrenmiş nesildir.
Mahalle arkadaşlarımıza hava basmak niyetiyle “tiret vintu ninja tötıls tiret vintu ninja törtıls evuzuli hefşıl, norölog” diye bas bas bağırırken yıllar sonra aslında onun “teenage mutant ninja turtles, teenage mutant ninja turtles, teenage mutant ninja turtles, hereos in a half sell, turtle power” olduğunu öğrenince hüsrana uğramış, kendilemizden soğumuşuzdur. Allahtan o zaman hava bastığımız arkadaşlarımızla görüşmüyoruz...
İşte bu benzerlikler neticesinde Micheal Jackson ile özdeşleşmiş moonwalk yürüyüşünü yaptırmaya karar verdik Bülent Ersoy’a. Fakat kendi bütçemizden kesip fona dansçı alacağımıza sokaktan adam topladık, ne de olsa her 5 kişiden 4 ü moonwalk yapabiliyor Türkiye'de. Bu nedenle topladığımız 5 kişiden biri geri geri yürüdü, idare edin.

Ayrıca pepsi ve coca cola gibi markaların 80'lerde amerikada reklamlarında kullandıkları ve sonradan yasaklanan subliminal mesajları nasıl olsa rtük anlamaz diye kendi reklamımızda kullandık. Bülent Ersoy'a "yerinden gir evladım" dedirttik. O kadar başarılı bir subliminal mesaj verdik ki şahsen biz bile anlamadık ne demek istediğimizi, ama bilinç altımızda yer etmemesi imkansızdı...

Buyrun izleyin:



12 Nisan 2012 Perşembe

Biomen Reklam Filmimiz

Evet sevgili çekat reklam ajansı sevenler. Bugün basında çok bahsi geçen bir projemizden bahsedeceğim. İşin iç yüzünü öğrenince gerçekten af dileyceksiniz, dövüneceksiniz, bizi intiharla tehdit edeceksiniz de yine de size hakkımızı helal etmeyeceğiz. Aylardır basında sosyal şeylerde arkamızdan çok konuşuldu, hakaretlerin falan bini bir para idi. Gerçekten ağzı olan konuşuyor.  Neymiş efendim biz antisemizmişiz. Öncelikle sorarım hangimiz değiliz ki? Yani şimdi türk halkının yüzde yüze yakını etobur değil mi? Hangimiz bir restorana gittiğinde etsiz bir yemek tercih ediyoruz? Hangimiz bir menüde iskender kebabı gördükten sonra ikinci kez düşünüyor? Semiz otlu yoğurt bu güne kadar kaç sofrada adi bir meze olmaktan öteye gidebildi? Bunların hesabı yapılmadan bize damga yapıştırmaya utanmayan Türk entellektüelleri ve bazı sanatkarlar başta olmak üzere bütün Türk Halkını çok kınadık bilesiniz.
Zaten bu konu buralara nasıl vardı? Reklamda semiz otu ile ilgili bir tek cümle bile söylenmedi, semiz otu görseli kullanılmadı. Neden biz antisemiz  ilan edildik falan gerçekten bilmiyoruz. Entelin teki kalktı bunlar antisemiz dedi millet de peşinden sövdü de sövdü. İnsan bi kendine döner bakar ben hayatımda kac kere semiz otu yedim der? Bunun ne çorbasını ne yemeğini bilir miyim der. Şu kadar yıldır yemek yerim toplamda kaç semiz otu tanesini çıplak gözle gördüm der. Yok yok ne kadar kızsak az ama bu konuyu burada kapatıp sizi kendi iç hesaplaşmanızla, astral seyahatinizle baş başa bırakıyoruz.


Ha şimdi diyeceksiniz ki sadece bu değil, neden Hitler’i reklamınızda kullandınız, çok kaka bir adam o. Öncelikle belirtelim ki biz bütün Hitler’i değil sadece bir tanesini kullandık. O da Adolf. Hayır Adolf size ne yaptı? Ananıza bacınıza yan gözle mi baktı? Arkanızdan konuşup yüzünüze mi güldü? Ne alıp veremediğiniz var adamcağızla?
Hoş onu oynatalım filmimizde falan diye ısrar eden de biz değildik ki. Yani şartlar öyle gerektirdi ne yapabilirdik? Aşağıda firmanın bize verdiği şartları görünce ondan başka seçeneğimiz olmadığını siz de çok net anlayacak ve bize hak vereceksiniz.
Öncelikle efendim firma tutturdu illa ünlü oynatacaksınız diye. Şimdi bizim bütçe belli ama adamlara öyle bir söz vermişiz ki bütün hayallerinizi gerçekleştireceğiz siz yeter ki isteyin demişiz. Hayır demek olmaz.  Ama afedersin 5000 TL bütçe ile kimi oynatıyosun reklamda? Yani şimdi kalkıp Selami Şahin’i, Erol Evgin’i bile ikna edemezsin şampuan reklamında oynatıcam diye. Birine normal şartlarda olmayan bir uzvunuz üzerinden reklam yüzü olcan desen, bak yeni nesil saçını gerçek zannedecek desen, 45-50 liklere de “Acaba mı?” dedirteceksin desen bile ikna olmazlar 5000 TL ye.  Mesela bir peruk markası reklamı için 50.000 isteseler şampuana da en az 10.000 TL isterler diye düşündük. 


Kara kara düşünüyoruz. O esnada da tabi ilham gelsin diye çıktık dışarda bir kafede beyin fırtınası yapıyoruz derken yanımıza bir teyze yanaştı ve “ölmüşlerinin yüzü suyu hürmetine....” diye mendil satmaya çalışırken bende şimşek çaktı. Haydi dedim ölmüşlerden gidelim. Yahu bir tezahurat, bir sen ne büyük adamsınlar falan tabi coşturdum bizim staff’ı.
Neyse efendim biz bu vesile ile ölmüşlerden gittik tabi. Ama dedik ki madem hayal gücümüzü sonuna kadar zorlayabiliriz, e para vermek zorunda da değiliz bari yabancı olsun. O esnada firmadan başka bir kısıt daha geldi. Dediler ki oynatacağınız kişi erkek olacak. Öyle erkek olacak ki Chuck Norris’i bile parmağının ucu ile dövebilecek.


Chuck Norris dediklerinde biz bir afalladık tabi. Dünya onun gibisini görmedi henüz. Chuck Norris gerçekleri diye bir site bulduk. İngilizcesi iyi olan arkadaşlardan biri bunları türkçeye çevirdi.
Bir kaç tanesini size sunalım da analar neler doğuruyor bir görün:
-Chuck Norris kitap okumaz, istediği bilgiyi alana kadar o kitaba sadece bakar.
-Evrim diye bir şey yoktur, Chuck Norris’in yaşamasına izin verdikleri vardır.
-Dünya dışı yaratıklar vardır çünkü Chcuk Norris’le aynı gezegende yaşamaktan korkarlar.
-Chuck Norris uyumaz, sadece bekler.
-Chuck Norris sonsuza kadar saymıştır hem de iki kere.
-Chcuk Norris’in bıyığının arkasında yanak yoktur, hazır bekleyen başka bir yumruk vardır...
Efendim biz bu isteklerle nasıl başa çıkarız diye düşünürken aklımıza olsa olsa bir diktatörün Chuck Norris’ten daha erkek olabileceği aklımıza geldi. Peki dünyaya gelmiş binlerce diktatörden hangisini kullanabilecektik reklamımızda? Ayrıca ne olursa olsun mutlaka bir şekilde şampuanla, sabunla, temizlikle falan ilgili bir isim olmalıydı bu kişi. Ne de olsa bir temizlik ürünü satıyorduk ve hijyenik olmayan bir isimi reklam yüzü olarak tayin edemezdik.
İşte bu noktadan sonrasını biz google’a bırakmaya karar verdik. Sadece 3 kelime yazdık arama şeysine: “soup maker dictator” tabi ingilizce olcak ki yabancı adam çıksın.(gerçi çok saonradan öğrendik ki soup çorba demekmiş, soap sabun demekmiş ama sonuç olarak biz amacımıza ulaştık...)


Allah kuran çarpsın ki bulduğu ilk siteye girdik baktık. Adolf’un temizlik alışkanlığından, diktatörlüğünden, kişisel bakımından falan bahsediyo. O kadar temiz, o kadar hijyenik bir diktatör ki Charlie Chaplin kendisi hakkında bir film yapıyo falan filan.
Şimdi siz olsanız kimi tercih ederdiniz? Bizim suçumuz mu var? İlla problem istiyorsunuz gidin google’ı dava edin. Hayır hala anlayamadık o yüzden tekrar soruyoruz: Adolf size ne yaptı? 

Aşağıda bebeklik resmini koyuyoruz, belki biraz vicdanınız sızlar...

Buyrun izleyin reklamımızı:


21 Mart 2012 Çarşamba

Solo Reklamımız

Sayın takipçilerimiz size son çalışmamız olan Solo reklam filmimizin yapım aşamasını takdim ediyoruz:
Bu güne kadar solonun  aman aman dikkat çeken reklamı yayınlanmamıştı. Şöyle akılda kalıcı, tuttuğunu koparan bir reklam filmine imza atmamışlardı. Çünkü efendim daha once bizimle çalışmamışlardı.
Biz bunlara bir teklif verelim dedik. Hemen kabul ettiler. Sanırız bütçe sıkıntısı çekiyorlarmış. Bizimkisi de en uygun teklifmiş falan fişman. Ya arkadaşım dedik çıkarken, bizi övme bize para ver...
Neyse öyle böyle projeye başladık. Şartımız şurtumuz da yok size bırakıyoruz her şeyi dediler.
Biz de başladık piyasa araştırmasına... Öncekikle efendim kimler kullanır bu soloyu? E nihayetinde peçete. Peçete dediğin nerede kullanılır diye ofisteki herkesi evde gözlem yapmaya gönderdim. Şimdi diyeceksiniz ki dökülen bir şeyi silmek için kullanılır. Ama yooo, öyle değil. Araştırmalarımızın sonucunda bu rulo peçetelerin en çok kızartmanın yağını çekmek için kullanıldığını öğrendik. E malum bizim örf ve annanelerimize göre kızartma böreğin yağı çok zararlıdır. Özellikle annanelerimizin tansiyon, kalp gibi problemleri olduğu için “böreğin yağını çekmesi” için tasarlanmış peçeteler sağlık problemlerinden kurtuluşlarının anahtarıdır. He diyeceksiniz ki böreğin içinde kalan yağ ne olacak. O peçete onun ancak yüzeyindeki yağı alacak, içindeki yağ aynen kalacak. Bunu diyorsanız muhtemelen A grubu ses’in içindesiniz ki bu nedenle bizi inanın hiç mi hiç ilgilendirmiyorsunuz.
Gelelim peçetenin ikinci kullanım alanına.. Bu alan da “pilavın demi alanı”dır. Bu yazı ile birlikte pilavın demi  teriminin çıkış yerini hep birlikte hatırlayalım isterseniz. Bir gün Demi, Ashton ve Bruce evde takılırlarken Bruce Demi ile ilgili bir anısını Ashton ile paylaşmak ister. Bruce başlar anlatmaya: Bu Demi’yi ben istemeye gittiğimde evlerini bulamadım. Tabi o zamanlar ne google earth var ne tomtom. Neyse sokakta 2,6,8,10 numara var ama 4 numara yok. Sağa bakıyorum belki yanlışlıkla oraya koymuşlardır diye ama yok, göremiyorum. Neyse sonra dedim ben gideyim muhtara sorayım. Tam o esnada benim şöför bir mahalleliye danışabileceğimizi söyledi. Adama sorduk Demi nerede oturur bilir misin diye “haa Pallav’ın Demi” dedi ve bize yolu tarif etti.. Sonradan öğrendim ki Demi ‘nin babası Pallav seyyar nohut-pilavcı. Arabasının adını da kızına ithafen Demi koymuş. Biz adamın arabasını bulunca kendisi bizi eve götürdü. Sonra da afiyetle pilavlarımızı yedik. Yalnız ne pilavdı arkadaş... Ashton bu hikayeden sonra “real men don’t buy girls” kampanyasında Pallav’ın Demi’yi sponsor olarak alınca da bu terim yayılır da yayılır.. Tabi bu bir pilav markası ve adamın adı da pallaw olunca dilimize pilavın demi olarak aktarılır...Diye biliyoruz.. Çünkü dem dediğin çayda olur, pilavda ne arasın ki...





Efendim biz baktık bütün solo kullanan hanımların bir kaşık suda boğulası 12-13 yaşlarında bir kızları var. Maşallah bu kızlar ziyadesiyle meraklı ve henüz ergenliğe girmedikleri için ürpertici bir neşe saçıyorlar etraflarına. Bir de henüz karşı cinsle gerçek münsabeti tatmadıkları için sanal dünyalarında evlenmenin harika bir şey olduklarını düşünüyorlar. Bu nedenle takip ettikleri diziler de senaryolarını walt disney’in hikayelerinden esinlenerek  yazan yapımcıların işi. Böyle bir kızı da reklamımızda konumlandırmamız gerekir diye düşündük. Ne de olsa alıcı kendini reklamdaki anne ile özdeşleştirmeliydi.

Bütün bunların ötesinde solo yazısını reklamın neresine yazsak da reklamın solo reklamı olduğu unutulmasın diye düşündük. En uygun yerin peçetelerin tutturulduğu şeyin üzeri olduğuna karar verdikten sonra oraya solo logosunu yapıştırdık. Malum reklam uzun, izleyicinin dikkatini dağıtmamak gerek. Reklamı sadece sanata katkı olsun diye yayınlamıyoruz sonuçta.
Bir de keşfettik ki bu anneler genelde kayınvalideleri ile birlikte yaşıyorlar. Kayınvalide’nin o kötü imajını silmek ve senaryomuzdaki eve neşe katmak adına şeker mi şeker, tatlı mı tatlı, zıpırdak mı zıpırdak bir kayınvalide portresi çizelim dedik. Belki biraz aşırıya kaçtık bilemiyoruz, sonuçta kaç kayınvalide dandik bir dizi başlarken kollarını kaldırmak suretiyle tezahurat yapar ki..


Neyse hikayemizin düğüm noktasında bu heyecanlı babane ve torun elbirliği ile sofranın düzenini bozacak aptalca bir şey yaparsa sorumlu annemiz evin işe gerçekten yarayan tek elemanı olarak olaya müdahele edebilecekti. Bu sayede evde düzeni sağlama, yemek getirme, götürme, etrafı temizleme v.b. görevlerin tümünün annede olduğu vurgulanacaktı. Zaten evin babası ve oğlu tipik bir türk ailesinde olduğu gibi sofranın kurulmasında hiç rol almamalıydı.

Son olarak “solo ile dizi keyfi devam ediyor” diyen annemiz sayesinde Türkiye’de dizi seyreden kadınların hepsini de reklamımızdaki solo kullanan anne ile özdeşleştirmesini sağlayabilecektik. Yani %99.9999’unu.. Fakat erkek oyuncumuza bu cümle o kadar da komik gelmemiş olsa gerek. Zira bütün ev bu yüce espri sonunda kahkahalara bürünürken evin beyinin suratındaki ifadeden bir türlü memnun kalamadık. Ne kadar uğraştıksa nafile... Neyse canım o kadar kusur kadı kızında da olur.


Buyrun izleyin:


5 Mart 2012 Pazartesi

Sensodyne Reklam Filmimiz

Evet yeni işimiz sensodyne.  Kendisi yıllardır İpana, colgate ve signal ile fırçaladığımız dişlerimize farklı bir alternatif sunuyor. En azından bizim bildiğimiz bu. He öyle sadece eczanelerde satılan başka afilli marka falan varsa bilmiyoruz, araştırma çapımızı o kadar da genişletmeye değer bulmadık açıkçası. Hoş zaten bize göre isminde meymenet yok markanın. Bu projeyi üstlenen 5 arkadaş da bu süreçte google’dan hunharca trip yedi. “Bunu mu demek istiyorsun” demediği tek bir aratma bile yaptıramadık google’a.  Hayır kimilerimizin ingilizcesi malum, en azından i’nin y şeklinde yazıldığına hakim ama bizi sıkıntıya sokan genelde o sondaki “e” harfi oldu. Allahtan kopi pasta var.
Neyse efendim, sizi detaylara çok boğmadan reklam filmi aşamamıza gelelim. Her zamanki gibi markanın şartlarını ve bizim bu şartlar karşısında takındığımız tavırı madde madde aşağıda bulabileceksiniz.
1)      Reklam yüzümüz gerçek doktor olacak. Fakat onun gerçek doktor olduğunu kesinlikle ama kesinlikle çaktırmamalıyız... Esasen bize iş yaptıran her firmanın şartlarını hazırlarken sıvı (poli, metil, etil), gaz (kenevir ve türevleri) ya da katı( xanax, lustral, prozac..) bazı maddeler tükettiklerinin farkındaydık ama inanın böylesini daha önce tecrübe etmemiştik. Doktor olacak ama doktor olduğunu belli etmeyecek. Of nasıl sancılı bir süreçti bizimkisi bilir misiniz... Elimzde 3 aday vardı. Cüney Tarkın ( kendisiyle görüşen arkadaşımız ilkokul 3 te okula gitmediği o gün Türkçe dersinde “ulama” konusunun işlendiğini de bu sayede keşfetti), Erol Köse ve Ferhat Göçer. 3’ü de doktor fakat 3’ünün de doktor olduğu belli değil. Cüneyt Bey arkadaşımızın cehaletini saygısızlık olarak adledip projeyi baştan reddetti. Erol Köse’nin ise sadece doktor olduğu değil, bazen insan olduğu bile belli olmuyordu. O nedenle güçlü bir adaydı. Fakat malesef twitterda rahatsızlığı olduğunu düşündüğümüz takipçilerine sık sık “biziktrol 3x3” şeklinde alenen reçete yazdığı için kendisini deşifre ettiğini düşünüp vazgeçtik. Elmizde Ferhat Göçer kalmıştı. Cingılımız bile hazırdı.
“Biri kebap yesin
O da sensin
Sarmısaklı olsa da
İkimiz de koktuk
Bi tek farkla
Seninki benden biraz fazla...” Fakat gel gelelim ki Ferhat Bey ile tam anlaşıyorken firmadan uyarı geldi. “Doktor derken diş doktorunu kastettik, o kadar da olmaz ama ürünü “mutluluk çubuğu” sanıp  ürolog falan çıkarırsınız karşımıza bozuşmayalım” diyince biz bütün emeği çöpe at, her şeye yeniden başladık.
Efendim araştırdık, soruşturduk medyatik bir tane bile diş doktoru bulamadık. Biz de lise yıllarında emo, universite yıllarında tiki ve son olarak iş hayatına atıldıktan sonra da rocker olduğunu düşündüğümüz bir arkadaşla çalışmaya karar verdik. Üzerindeki önlüğü çıkarsan Aylin Aslım ve Tayfası’nın konserinde çılgınca eğlenirken tutup getirmişiz sanırsın. Daha da doktor olup doktora benzemeyenini görmedik valla.

2)      Bize dediler ki her 10 diş hekiminden 9’u Sensodyne’i öneriyor. Bunu mutlaka belirtelim. Belirtmesine belirttik ama süreç biraz sancılı oldu. Efendim sizce biz özellikle böyle hassas bir konuda sadece müşterimizden aldığımız veri ile yetinir miyiz? Elbette yetiniriz... Fakat bize numune olarak verdikleri diş macunlarından birini ofiste yeni başlayan arkadaşlarımızdan Asım alıp diş doktoru eniştesine götürüyor.. Eniştesi önermem de önermem diye tutturuyor, bu Asım da diş macunundan kıllanıp doktor doktor gezmeye başlıyor. Aklı sıra kendi gözlemini yapıp bize gelen verilerle uyuşup uyuşmadığını test etmek istemiş. Gittiği 8 diş doktoru da öneririm diyor, tam rahat bir nefes alacakken son diş hekimi Dilberay Hanım ile tanışıyor. Dilberay Hanım önermem deyince bizim Asım istatistiği doğrulamak adına Dilberay Hanım’ı Türk Habipler Birliği’ne şikayet ediyor. Sensodyne’nin de baskısıyla Dilberay Hanım hekimlikten azledilince kariyerinde bir u dönüşü yapıyor ve şarkıcı oluyor. Bu olayın acısıyla “Zorunda mıyım?” isimli hit parçayı besteliyor. En son Cüneyt Özdemir’le programda kapıştıktan sonra da populer oluyor, reklam ve dizi tekliflerini değerlendirirken buluyor kendisini. Bir kapıyı kapayan Allah diğerini açıyor işte sevgili takipçilerimiz...

3)      “Devrim niteliğinde bir ürün” bu cümle reklamda yer bulmalı dediler. Yahu bir diş macunu nasıl olur da devrim nitelğinde şeklinde lanse edilebilir diyecektik ki aşağıdaki fotoğrafları gördük. İlk tepkimiz “töbestafurullah”tı. Sonrasında şükrettik. Meğer ne önemliymiş...



4)      3 kere ard arda “dentin” ile başlayan cümle kurulacak.  Bu madde ile birlikte ofisteki arkadaşlarla bunların kafasının olsa olsa tiner kafası olduğuna kanaat getirdik. Bu sonuca vardıktan sonra bunlarla iş yapıyoruz diye belediyeler bize iş vermez mi diye teredüüt de etsek paraya ihtiyacımız var diye ses edemedik.
Not: Doktorumuz “Hassas diş problemi olanlara, düzenli olarak günde iki defa sensodyne onarım ve koruma’yı kullanmayı öneriyorum” cümlesini ezberleyemeyince sizin de fark ettiğiniz gibi 2 kaydı birleştirmek zorunda kaldık. Bu da yetmezmiş gibi cümlenin sonuna doğru bir kez daha unutup duraksıyor ... İdare edin.
Buyrun reklam filmimiz:


26 Şubat 2012 Pazar

Atlas Jet

Her şeyden önce Atlas Jet’in bize verdiği şartlarla başlayalım isterseniz.
1)      Öyle bir oyuncu bulacaksınız ki 20 senedir mimik yapması yasaklanmışçasına mimiğe aç olsun. Tabi biz bunu duyunca Antik Yunan Tiyatrosu geçmişi olan adaylar üzerinden gittik. Şehirde gerek komedya gerek tragedya olsun bütün bu oyunlara birer birer gidip 1000 kişilik salonlarda sadece diyaframını değil aynı zamanda mimiklerini de konuşturabilen adaylar gözlemledik.. .Gerçekten çok etkilendiğimiz adaylar oldu fakat yanlarına gidince aslında kendilerinden değil de maskelerinden etkilenmiş olduğumuzu farkettik.
      
      Önce seyirciyi kandırıyor musunuz diye kavga çıkaracaktık ama sonradan öğrendik ki bu maskeler tam da 1 kilometre arkadaki izleyici karakterin duygusunu daha net seçsin diye takılırmış. Kültürsüz sanmasınlar diye ses etmedik.  Sonunda zaten kendi adayımızı bulduk.  Bizzat en arka sandalyede oyun izledik . Inanır mısınız sectiğimiz adayımız aradaki yaklaşık 700 metrelik mesafeye rağmen suratındaki endişeyi bize hissettirebildi. O isimle çalışmaya karar verdik.
       
2)      Hedef kitleleri Business Class’ın ne olduğunu bilmeyen kısa veya orta boylu ve biraz da psikolojik problemi olan insanlarmış. Böyle hedef kitle mi olur diye önce biraz tereddüt de etsek itiraz edemedik. Sonra biz de oyuncumuza tam da böyle bir kişiliği oynayacağını söyledik. Bu nedenle ortalama 160 cm ‘lik business class koltuklar arası mesafenin 77 cm olduğunu reklamımızda söyleyince garip durmayacaktı.  Bazısı buna itiraz edecekti ama hedef kitlemiz ne de olsa business class’ın ne olduğunu bilmiyordu, e reklamı izleyen diğer insanlar da istedikleri kadar itiraz etsinlerdi, vız gelir tırıs giderdi. He bir de arkadaşımız da tahminen 1,67 civarı olduğu için koltukta kayma sahnesiyle bacak boyunuz kadar boşluk var mesajı verebildik. Yanındaki arkadaşımızı başrolde oynatmayışımızın bir diğer nedeni de esasen buydu.

       
3)      Ucakta yiyecek ve içeceğin ikram olduğunu belirtelim dediler. Sanırsın pilav üstü döner veriyorlar... Yiyecek ikram listenizi gönderin dedik.” Sıcak sandviç ve kola” dan ibaretti. Sonra biz de bunu reklam filmimizde bilinçli bir amca rolündeki bir arkadaşımızın ağzından söyletelim dedik fakat sevgili amcamız ağzını açma konusunda sıkıntılar yaşıyordu. Defalarca uyardık ama nafile... Dublajı başkasına yaptıralım dedik bütçemiz el vermedi. O nedenle reklamı izleyen
herkes atlas jet’in ikramının “sıcak sandwiç şokolo” olduğunu düşünüyor. (lütfen reklamı izlerken amcamızı can kulağıyla dinleyelim)


Sonradan öğrendiğimiz kadarıyla sıcak sandwiç şokolo’nun ne olduğunu google’dan aratmış yüz binlece internet kullanıcısı tespit edilmiş. Hatta Atlas Jet’le uçan bir çok çocuk sıcak sandwiç ve şokolo diye hostes arkadaşlarımızın başlarını yemişler...
4)      Bir de bizim ekipten 15 yaşında işe aldığımız genel müdürün oğlu ekonomi plus diye bir şey icat etti. Onu da kullanalım müdürümüze ayıp olur dediler. Biz de “ekonomi plus” teriminin altını doldurmaya çalıştık. Düşündük düşündük yahu ekonomi neyse de “plus” ı nasıl yutturacağız diye bir hayli kafa yorduktan sonra atlas jet hedef kitlesinin muhtemelen ingilizce de bilmeyeceğini akıl ederek “plus yani birinci sınıf konfor” diyerek reklamımızı tamamladık. .yersen... Aslında sırf bunlardan ötürü bir ara Oğuz Yılmaz'ı mı oynatsak reklamda diye bile düşündük. Ama kendisi müzik kariyeriyle muhtemelen çok meşguldür diye vazgeçtik.

        

22 Şubat 2012 Çarşamba

Kotex Reklamı Öncesi

Çekat reklam ajansının başarıları son sürat devam ediyor. Sizden gelen yoğun istek üzerine bu sefer de Kotex reklamımızı nasıl çektiğimizi anlatacağım.
Firmamızdaki bazı arkadaşların Kotex'in ne olduğuna dair bazı fikirleri vardı. Bel bağı diyen oldu, kadın bez diyen oldu çocuk bezi diyen oldu kadın bağı diyen oldu, saat markası diyen oldu. Tabi biz bu son arkadaşımızı kovduk. Sonradan öğrendiğimiz kadarıyla kendisine Rolex'de iş bulmuş, hayırlı olsun.
Esasen kafamızda tam olarak neyin nesi olduğu şekillenmeden şartları gönderdiler.
1) Hedef kitlemiz 1 - 5 yaş arası kadınlar. Biz bu bilgiyi alır almaz çiçekli böcekli bir animasyon hazırlayalım dedik. Tabi çocuklar böyle şeylere bayılırlar. Çiçek böcekle bu bebeklerin dikkatlerini çekebilecektik. Fakat animasyonu tamamladıktan sonra öğrendik ki fax makinemizin mürekkebi tam o ara bitmeye yeltenmiş. Meğer 16-50 yaş arası kadınlar yazıyormuş. Zaten 1-5 yaş arası kadınlar cümlesi garibimize gitmişti.. Olan oldu, o animasyon için o kadar masraf yaptık deyip reklamın diğer aşamalarında kotarmaya karar verdik.
2)Dediler ki çok ciddi bir istatistik firması bizim için araştırma yaptı ve regl döneminde kadınların renkli kıyafet giyinmediği bilgisine ulaştık. Bu noktada  kotexin geçici unutkanlık sağladığına dikkat çekmek adına "renksizliğe son" gibilerinden bir kac cümle olmalı. Hayır bir kadın bağının(bu şartla beraber ürünün ne olduğunu anladık) nasıl unutkanlığa sebebiyet verdiğini anlamış değiliz. Ne oluyor da bir kadın regl döneminde renksiz kıyafetler giyerken birden kotexi bağlayınca rengarenk giyinebiliyor bilmiyoruz. Bu etik değil. Reklamlarda insanları yanıltamayız gazıyla karşı gelelim dedik fakat sonra bize araştırmalarını nasıl yaptıklarını falan anlatırlar midemiz kalkar diye vazgeçtik. Ayrıca unutulmaması gereken bir motto'muz vardı ki o da "Müşteri her zaman haklıdır".
3)Reklam yüzü no-name olmalı. İşte burada yıkıldık. Halbuki biz Christina Aguilera'yı çoktan bağlamıştık. Kendisini "kötü örnek" olarak lanse edecektik. Bu sayede en önemli trigger'lardan biri olan "korku" duyusunu kullanıp hedef kitleyi reklamın gösterildiği o anda marketlere koşturabilirdik. Christina 'nın  line'ı bile hazırdı "Ben ettim siz etmeyin"...




4) Ped üzerinde desen yapan cihazlarımızı almakla bir hata ettik biliyoruz ama belki bir faydası olur diye bunu da reklamın bir köşesine ekleyelim dediler. Onu da ekledik. 
5)   Biz alelade bir firma değiliz, reklamlarımızla eğitime de katkıda bulunmak isteriz, mesela ingilizce...  “secret” in “sır” demek oldugunu bir yere sokuşturun dediler onu da yaptık. Cümle içinde şu şekilde sıkıştırdık: "Kotex secret, renkli küçük sırrımız". Biraz alakasız oldu ama yedirdik diye düşünüyoruz.


      6) Son olarak bütün bir kotex secret paketini  2 saat içinde tüketmeye teşvik edecek bir sahne olsun dediler. Biz de gittik kocaman bir çanta bulduk. Allahtan kocaman çantalar modaymış. E çanta kocaman olunca da bütün paketi içine atınca çantada potluk yapmadı. Bütün bir kotex paketinin 2 saatte harcanabiliyor olması bize pek sağlıklı gelmedi, muhtemelen bu bir rahatsızlık belirtisiydi ama yine midemiz bulanmasın diye pek üstünde durmadık.
       İşte reklamımız, buyrun seyredin..